Aralık ayının son günleri idi. Henüz yeni hak kazandığı emeklilik günlerinin tadını çıkarma niyetiyle uyandığı bir günün sabahı idi. Yıllardır hep erken kalkmaya alıştığı için yine erkenden uyandı.
Odasının penceresini açtı ve içeri dolan tertemiz havayla ciğerlerine bayram ettirdi. Eskiden bunu sigara içerek yapardı!.. Her gün alelacele okuduğu takvim yapraklarını bugün sindire sindire okuyacaktı. Günün takvim yaprağını eline aldı, boynunda asılı duran okuma gözlüklerini taktı. Takvim yaprağını hizaya getirdi.
“Tarihte bugün: Sarıkamış Harekâtı’nın başlangıcının 100. yılı”
–Vay be! 90.000 şehit. Bugün söylemesi ne kadar kolay geliyor… 90.000 aslan parçası… 90.000 ciğer paresi.
Gözlüğünü çıkarıp caddeye baktı. Farklı bir hareketlilik vardı. Esnaf pür telâş yılbaşı hazırlıkları yapıyor, vitrinler özel noel motifleri ile süsleniyordu. Âkif Beyin içi burkuldu:
–Bu an 90.000 şehidin kemiklerinin sızladığı andır. Allah bizi affetsin. Bu mudur yani bizim vefâmız? Onlar bugünler için mi şehit oldular?
Canı sıkıldı. Ev halkı henüz uyuduğu için haberleri açtı. İlk denk gelen bir detay haber, sıkıntısını ikiye katladı:
“Emekli papaz isyan etti: Hıristiyanların dînî bayramı olan yılbaşı kutlamalarına müslümanların kendilerinden daha çok sahip çıktığını belirterek; «Korkarım yakında müslümanlar dînî bayramımızı elimizden alacaklar!» dedi.”
Habere esprili bir yorum katıldı: “Hıristiyanlara yapılan bu zulmü kınıyoruz!”
Âkif Bey bir; «Lâ havle!..» çekti, televizyonu kapattı:
“Mübârek cumadır. Kur’ân okumak en iyisi…” diyerek Kehf Sûresi’ni okumaya başladı.
Cuma namazı vakti yaklaşınca aklına evine yakın yerde açılan yeni bir Kur’ân kursunda cuma namazı kılındığı geldi. Daha önce duymuştu; ama gidememişti, bugün ilk defa nasip olacaktı.
Namaz için kursa vardığında onu büyükçe bir mescide buyur ettiler. Bembeyaz takke ve gömlekleri ile yüzlerce genci inci gibi saf tutmuş bir hâlde görünce çok etkilendi. Bu bütünlüğü bozmamak için mescidin bir köşesinde dikkat çekmeyecek bir yere oturdu. Kürsüde henüz 17-18 yaşlarında bir genç vardı. Delikanlının bilinçli ton ve vurguları dikkat çekmeyecek gibi değildi. İçinden;
“Mâşâallah! Analar ne evlâtlar doğuruyor! Helâl olsun!” diye coştu.
Ezan vakti gelince, bir başka delikanlı öyle bir ezan okudu ki, Âkif Bey gözyaşlarını tutamadı;
“Evlâdım senin yaşın kaç yahu? Ne zaman öğrendin bu güzel nağmeleri?” diye içinden geçirdi.
İlk sünnet kılınmıştı. Âkif Beyi bir merak aldı:
“Acaba hutbede nasıl biri ile karşılaşacağız?”
Hutbeye yine bir başka genç çıktı;
“Allâh’ım o da ne!” dedi kendi kendine. Delikanlının elinde kâğıt yoktu. İrticâlen müthiş bir hitap… Delikanlının her cümlesi bir mızrak gibi direk adrese gidiyordu. Delikanlı öyle bir edâ ile hutbe îrad ediyordu ki, değme hatiplere taş çıkarırdı… Minber yerinde durmuyordu âdeta.
“Helâl olsun! Helâl olsun! Doğurana da büyütene de yetiştirene de…”
Namaz bitmiş, Âkif Bey mest olmuştu. Dikkatinden kaçmayan bir de kendi yaşlarında bir hoca vardı. Namaz boyunca talebenin etrafında pervâne olmuştu. Namaz çıkışında hocayı kolladı. Bir fırsatını bulup eline yapıştı:
–Allah kabul etsin hocam!
–Allah kabul etsin ağabey. Buyur yemek ikram edelim.
–Allah râzı olsun hocam. Benim gözüm de gönlüm de doydu elhamdülillâh. Bu ne güzellik böyle!.. Delikanlıların mâşâallahları vardı. Hususî teşekkür etmek istedim.
–Estağfirullah ağabey. Cümlemizden Allah râzı olsun.
–Mâşâallah siz de kartal gibi takip ediyordunuz çocukları. Dikkatimden kaçmadı. İçeri girdiğimden beri gözüm sizde kaldı. Mâşâallah talebenin etrafında pervâne oldunuz.
–Estağfirullah ağabey. Rabbimin fazlı…
–Yaş kaç hocam bu arada?
–Var bir elli kadar.
–Mâşâallah! Emeklilik gelmedi mi hocam?
–Ağabey bizde paroladır: «Emeklilik teneşirde!»
–Takdir edilecek bir tavır doğrusu… İmrendim. Ben daha yeni emekli oldum; ama bizde sizin gibi donanım yok maalesef. Emekli oldum, sanki ıskartaya çıktım. Kendimi birden acayip bir boşlukta buldum. Sorsan kafa dinleyecektim. İnanır mısınız hocam; olta takımı falan almıştım, balığa çıkarım diye… Ama siz ümmetin kalbine mühür vuruyor, tarih yazıyorsunuz. Daha bu sabah okumuş, mahvolmuştum. Sarıkamış Harekâtı’nın başlangıcının 100. yılı bugün. Sokakların hâlini görünce, inanın buraya gelinceye kadar bütün umudumu yitirmiş; «Bu gidiş nereye?» diye bir hayli hayıflanmıştım. Ama şimdi, ecdâdın kanını yerde bırakmayacak bir nesil gördüm. Böyle bir neslin var olduğunu bilmek, o kadar huzur verici ki. Keşke ben de sizin gibi şu mukaddes dâvânın bir garip hizmetçisi olsam.
–İnşâallah ağabey! Neden olmasın? Olur inşâallah…
–Ne güzel olurdu, vallâhi!..
–Oldu gitti o zaman. Sen bizim duâ ordumuzun bir neferisin artık. Hayırlı mübârek olsun…
Âkif Bey, utanmasa orada yatacaktı. Hocanın talebelerine ayıracağı vakti düşünerek müsaade aldı. İçini tarifsiz bir mutluluk kaplamıştı:
“İşte nesil! İşte gençlik! İşte gençlik. Ecdâdının izindeki bu gençlik, bu şahsiyette yetişince noel baba ve geyikleri bu topraklara adımını atamayacak!..”
Aradan bir kaç gün geçmişti. Âkif Bey, bir dost ziyaretinden dönüyordu. Vaktin nasıl geçtiğini anlamamış, epeyce geç kalmıştı. Bir de o günün yılbaşı olduğunu unutmuştu. Her taraf acayip bir telâş içinde idi. Otobüslere ve minibüslere binmek mümkün değildi. Metrelerce kuyruk oluşmuştu. Çaresiz minibüs kuyruğunda yerini aldı. Bu sırada kendi istikametinin tam tersine bir kuyruk daha gördü.
“Bu kuyruk da neyin nesi?” diye şöyle bir baktı. Kuyruğun ucu kuruyemiş satan bir tekel bayiine uzanıyordu. Başını çevirdi:
“–Tövbe tövbe… Zaten milletin başına bu tekel bayii ile ganyan bayii nasıl tebelleş olduysa… Şu soğukta iki garibi sevindirin dense her birinin dünya kadar işi çıkar. Yahu bu akşamın dün akşamdan veya yarın akşamdan ne farkı var? Allah ıslah eylesin!
Zavallı halk… Şanlı mâzîsinden habersiz, yarın gece Mevlid Kandili… Ondan habersiz… Kur’ân’dan habersiz, Peygamber’inden habersiz… Bunca boşluk neyle dolacak… Elbette bâtıl ile, hurâfe ile, günah ile, israf ile…
İnsanımızı yeniden hak ile doldurmadıkça, bunlara kızmanın bile anlamı yok.”
O gece eve vardığında tüm İslâm şehitleri için dilinin döndüğünce bir Yâsîn-i şerif okuyup ruhlarına hediye etti. Zira takvimler bugün Mekke’nin fethini hatırlatıyordu… Kalbi huzurla dolmuştu. Sağ yanına yattı ve elini yanağına koydu. Bir geçen cuma namazında yaşadıklarına baktı bir de o gün yaşadıklarına… Yatağında doğruldu:
“Allâh’ım! Sen tertemiz niyetlerle yoluna hizmet eden kullarına yardım eyle. İşlerini kolaylaştır… Onlardan râzı ol… Âmîn!”
Tekrar yatağına yattı:
“Aslanlarım benim. İnşâallah en güzel şekilde yetişip bu ümmete yüz akı nesiller hediye edeceksiniz. Sizin gayretiniz beni yepyeni bir heyecana sürükledi. Allah sayılarınızı artırsın. Bekleyin bu cuma yine geleceğim. Bu garip amcanız son nefese kadar sizinle artık…” diye düşünerek daldı gitti…
Kaynak: Fatih GARCAN, Yüzakı Dergisi 119. Sayı – OCAK 2015